https://www.facebook.com/tugce.tgc.39

:)

31 Ekim 2014 Cuma

Tesadüfen Kadın, Ankara Sanat Tiyatrosu(AST)’nda sahnelenmeye başlayan oyundur. Oyunculuklar mükemmel, özellikle Elizabeth rolünü oynayan sanatçının oyunun sonundaki tiradı ve performansı muhteşem. Mehmet Ulusoy yine çok tatlı ve harika oyunculuğunu konuşturmuş her zaman ki gibi.

Oyunun konusu şöyledir; Dario Fo’nun deyimiyle bir ayna oyunudur. Kraliçe, bazen erkeklere hükmeden, bazen onları yöneten, bazen de erkek egemen kültürü içinde bir kurban olarak kalmış kadındır. Oyunda yaşanan politik kavgalar, iktidar hırsı son derece günceldir. Yazar güçlü politik mesajlarıyla seyirciyi güldürmeyi asla unutmaz. Oyun tarihi bir komedi ve politik bir dramdır.


İYİ SEYİRLER

29 Ekim 2014 Çarşamba

Unutursam Fısılda, Çağan Irmak’ın 29 Ekim’de vizyona giren filmi. Her Çağan Irmak filmi gibi bu da kilitlenmiş duyguların kilidini açan mükemmel bir film. Filmde her şey yolunda giderken bile o önemli hissi alıp duygulanmamak elde değil. Oyuncular harika; Mehmet Günsür, Farah Zeynep Abdullah, Hümeyra ve daha niceleri.

Filmin konusu şöyle; sağlık lisesinden yeni mezun olup, kasabanın sağlık ocağında hemşireliğe adım atan Hanife ve aykırı kız kardeşi Hatice, küçük ve kendi halinde, muhafazakar bir kasabada yaşamaktadırlar. Hanife ne kadar çekingen ve içine kapanıksa, Hatice bir o kadar haylaz, laf dinlemez ve başına buyruktur. Edebiyata meraklı Hanife kimselere göstermeden bir şiir defteri tutarken, Hatice çevresindeki herkesi unutacak kadar şarkı söylemeye tutkundur. Bir gün yeni atanan kaymakamın oğlu Tarık kasaba merkezine gelir ve iki kız kardeşin hayatı o günden sonra tamamen değişir...





 İYİ SEYİRLER

28 Ekim 2014 Salı

Yunanlı Bir Kız Aranıyor, Dürrenmatt tarafından yazılan ilginç bir roman. Kitap bir oturuluşta okunup kalkılabilen bir kitap, hem yormuyor hem de üzmüyor. Gerilme anları ya da hadi amaaa dedirten anları var ama bunlar o kadar akıcı ve rahat anlatılıyor ki su gibi akıp geçiyor. Kitapta mutlu olmak, mutsuz olmak ve sevgi gibi kavramlarda gayet tatlı işlenmiş. Kitabımızın kahramanı resmen kişilik değiştiriyor ama güzel yönde oluyor bu. Eğlenceli, güzel vakit geçirmek isteyenler için önerilebilecek bir kitap.

Kitabın konusu şöyle; ummadığı bir anda itibar sahibi olan Arnolph Archilochos, o güne kadar kadınlarla birlikte olmamış, hayatını, doğumlarda kullanılan forseps aletinin üretildiği fabrikadaki işine ve Amerikan tarzı -belki de bir tarikat- presbiteryenliğe adamış bir kişiliktir. Sürekli uğradığı restoranın sahibinin önerisiyle bir gün gazeteye ilan verir: Yunanlı Bir Kız Aranıyor. İlanı yanıtsız kalmaz, kürkler içinde son derece alımlı bir kadın çıkar karşısına...


İYİ OKUMALAR

25 Ekim 2014 Cumartesi

Pek Yakında, Cem Yılmaz’ın şu an vizyondaki filmi. Filme ooo Cem yaptıysa çok komiktir diye gidenlerin hayal kırıklığı yaşayacağı bir film; bu kişiler yanlış yaparlar. Film komik ama her zaman değil ve çok güzel noktalara parmak basan bir film, görülmeyeni gösteren bir film. Filmde oynayan kadro zaten muhteşem; Cem Yılmaz, Zafer Algöz, Çağlar Çorumlu, Ozan Güven, Nurgül Yeşilçay, Yılmaz Erdoğan, Mazhar Alanson, Ayşen Gruda, Özkan Uğur, Cengiz Bozkurt ve daha kimler kimler.

Filmin konusu şöyle; hayatını korsan DVD'cilik ile kazanan Zafer aynı zamanda yaptığı bir hatadan dolayı eşi ile ayrılma noktasına gelir. Üstelik eşi Zafer’in bu işine karşıdır ve evliliklerinin bitmesini tetikleyen bir sebeptir. Bu işlere zinhar tövbe eden Zafer, ailesini geri kazanmak için figüranlık yaptığı eski 'oyunculuk' günlerine geri döner. O günlerden gelen sinemacı dostlarıyla yeniden bir ekip oluşturur ve 1970’lerden beri çekilememiş fantastik bir proje olan “Şahikalar-Kötülüğün Sonu” adlı filmi çekmeye başlarlar. Fakat kurduğu ekibin yetenekleri de bir noktada gelir takılır. Şimdi hepsini eğlenceli, komik ve bir o kadar da duygusal bir macera bekler.




İYİ SEYİRLER

1919 Yılı Mayıs’ının 19’uncu Günü Samsun’a Çıktım, Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk eserinden alınmış bir bölümü içeren kitaptır. Kitabın ilk kısmında orijinal dil; ikinci kısmında da günümüz Türkçesi ile yazılmıştır. Herkesin okuması gereken bir kitap demeye gerek bile yok çünkü Nutuk herkes tarafından okunmalı zaten. O dönemlerde yaşanılanları ve bilinmeyen gerçekleri ilk elden öğrenmeli herkes.

NUTUK'TAN

YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM

"1919 yılı Mayısının 19 uncu günü Samsun'a çıktım. Genel durum ve görünüş: Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmis, koşulları ağır bir "Ateşkes Anlaşması" imzalanmış. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu Genel Savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça yollar araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki Hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.
Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...
İtilâf devletleri, Ateşkes Anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana iline Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep’e İngilizler girmişler. Antalya ile Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon ile Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve memurları ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919 da İtilaf devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor.
Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çalışıyorlar.
Bu açıklamadan sonra genel durumu, daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca, hep birlikte gözden geçirelim:
Düşman devletler Osmanlı Devletine ve ülkesine maddesel ve tinsel bakımdan saldırmışlar; yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan kişi, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde, olup bitecekleri bekliyor. Felaketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve olaylardan etkilenebilme güçlerine göre kurtuluş çaresi saydıkları yollara başvuruyorlar... Ordu, adı var, kendi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, Genel Savaşın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumunun kıyısında kafaları, çıkar yol, kurtuluş yolu aramakta... Burada, pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, Padişah ve Halifenin hainliğinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavramaya yetenekli değil... Bu inançla bağdaşmaz görüş ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hain, istenmez olur. Bir başka önemli noktayı da söylemek gerekir. Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek, temel ilke gibi görülmekteydi. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu, hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti'nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken hepsini birden yenen, yerlere seren itilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla düşmanlığa varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı. Bu anlayışta olan yalnız halk değildi; özellikle, seçkin denilen insanlar bile böyle düşünüyordu.
Öyleyse, kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. İlkin, İtilâf devletlerine karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti; sonra da, Padişah ve Halifeye canla başla bağlı kalmak temel koşul olacaktı.
Şimdi baylar, izin verirseniz size bir soru sorayım: Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için, nasıl bir karar düşünülebilirdi? Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre üç türlü karar ortaya atılmıştı: Birincisi, İngiltere'nin koruyuculuğunu istemek; ikincisi, Amerika'nın güdümünü istemek. Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devletinin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin kanadı altında bulundurmayı yeğleyenlerdir. Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarıyla ilgilidir. Örneğin: Bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devleti'nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgeler de, Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına olup bitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Bu üç türlü kararın gerekçesi, yapmış olduğum açıklamalar arasında vardır.
Baylar, ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son olarak, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktaydı. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi kavramı kalmamış birtakım anlamsız sözlerdi. Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu? O halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi? Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, kayıtsız, koşulsuz, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak.
İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.
Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şu idi: Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve Şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz. Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa, Türk'ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.
Ö y l e y s e,   y a b a ğ ı m s ı z l ı k,   y a ölüm!   İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık. Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu çıkmayacak mıydı? Şu ayrımla ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve şerefinin gereği olan her özveriye başvurduğunu düşünerek avunur ve elbette, tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyuşuk, onursuz bir ulusla karşılaştırılınca, dost ve düşman gözündeki yeri çok başka olur. Sonra, Osmanlı soyunu ve devletini sürdürmeğe çalışmak, elbette Türk ulusuna karşı en büyük kötülüğü yapmaktı. Çünkü ulus, her türlü özveriye başvurarak bağımsızlığını sağlasa da, padişahlık sürüp giderse, bu bağımsızlık güvenli sayılamazdı. Artık yurtla, ulusla hiç bir vicdan ve düşünce bağı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve ulus bağımsızlığının ve onurunun koruyucusu durumunda bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi? "

"...
Son sözlerimi özellikle memleketimizin gençliğine yöneltmek istiyorum.
Gençler!
Cesaretimizi artıran ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfanla, insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.
Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk. Onu yüceltecek yaşatacak olan sizsiniz..."

"...
Bu konuşmamla, millî hayatı sona ermiş sanılan büyük bir milletin bağımsızlığını nasıl kazandığını; ve bilim ve tekniğin en son esaslarına dayalı, millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmağa çalıştım.
Bugün ulaşmış olduğumuz sonuç, yüzyıllardan beri çekilen millî felâketlerden alınan derslerin ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu sonucu, Türk Gençliğine emanet ediyorum..."


İYİ OKUMALAR

23 Ekim 2014 Perşembe

Çağdaş Edebiyat ve İnsan, Alemdar Yalçın tarafından kaleme alınan eğitici ve bireyin ufkunu açıcı türden bir kitaptır. Kitap detaylı incelemeler sonunda yazılmış olduğunu belli ediyor. Geçmişteki önemli yerleşimler ve dönemleri farklı bakış açılarıyla ele alan yazar; birçok gerçeği de tokat gibi çarpıyor. Bu gerçekler o kadar doğru ki; hak verip “eyvah bizde sona yaklaşıyoruz” dedirtiyor insana. Kesinlikle herkesin okuması gereken bir kitap.


İYİ OKUMALAR 

19 Ekim 2014 Pazar

Alacaklılar, isminden merak uyandıran oyun neredeyse fiyasko. Birkaç yerinde kişi aaaa evet diyebiliyor ama çok da bir artısı olmuyor. Tabii ki oyunculuklara söz yok, oynayanlar son derece iyi oynamış, hepsinin emeğine sağlık.

Oyunun konusu şöyle; “Alacaklılar”… Dünya Tiyatrosu’nun önde gelen yazarlarından, Strindberg’den bir başyapıt… Kadın erkek ilişkileri, insanların bitmek tükenmek bilmeyen beklentileri, hırsları…  Üç kişilik bir dünya…  Adolf, Gustaf ve iki erkeğin ortak noktası Tekla, geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp kalır. Bir türlü kapanmayan hesaplar soğuk yenen intikam yemekleri koyar masaya. Alacaklılar kapıya dayanır.  Aşkın karmaşık doğasında kim  alacaklı, kim borçlu belli olmaz. Kesin olan şudur ki, insan insanın kurdudur. Tahsilat için hiçbir engel tanımaz.




İYİ SEYİRLER
Shakespeare Zorda, adını görünce dram bir oyun olduğu düşünülen ama izlenilince düşündürürken güldüren bir tiyatro oyunu.

Oyunun konusu şöyle; oyun, 1600'lü yılların oyuncuları ile günümüz oyuncularını aynı anda gösterir. Elizabeth Dönemi İngilteresinde Globe Tiyatrosu en görkemli çağını yaşamaktadır. Ancak, William Shakespeare'in tek işi oyun yazmak değildir. Kardeşi Judith sahneye çıkan ilk kadın olmak için, Lord Essex kraliçeyi devirmek için, Kempe; Hamlet'e bir soytarı sahnesi yazdırmak için uğraşmaktadır. Shakespeare Zorda'dır çünkü ilk kez kahraman olarak değil, ''canlı'' bir insan olarak sahneye çıkmıştır. Şahane tiratlar kaleme alan yazar, şimdi tüy kalemiyle kendine bir bıyık çizmek için mürekkep aramaktadır.



İYİ SEYİRLER

11 Ekim 2014 Cumartesi

Herkes İçin Postmodernizm, postmodernizmi farklı yaklaşımlarla ve karikatürlerle anlatan ilginç bir kitap. Dili çok sürüklemiyor ama sürekli yeni açıklamalarda bulunduğu için merak uyandırıyor.

Arka kapak yazısı; postmodernizm de ne? İşte size, içinde yaşadığımız yüzyılın kültürel koşullarını tanımlamakta kullanılan bu kafa karıştırıcı kavramın uzun bir özeti. Postmodernizm, aydınlanmadan, sanayi devriminden ve Marksizm’den kaynaklanan “modernite”nin çöktüğünü iddia ediyor. Yahudi soykırımından sonra ortaya çıkan bellek yitimi, Disneyland, siber-uzay, Fukuyama’nın “tarihin sonu” iddiası gibi garip fenomenleri içinde barındıran sanal bir “üst-gerçeklik” dünyasında, sürekli yenilenen çağdaş bir kültürde yaşıyoruz artık. Postmodernizmin sanat, teori ve tarih bileşenlerinin izini süren bu kitap, Foucault, Levi-Strauss, Barthes, Derrida, Lacan, Lyotard gibi postmodernizm idollerinin ortaya koyduğu temelleri (yapısalcılık, semiyotik, yapıçözümü) açıklıyor. Richard Appignanesi’nin parlak üslubu ve karikatürcü Chris Garratt’ın anlatım gücüyle dolu çizgileri; kitabı, postmodernizm denen aynalar galerisinde yolunu şaşırıp yorgun düşenler için önemli bir rehber haline getiriyor.



İYİ OKUMALAR

2 Ekim 2014 Perşembe

Felsefece Düşünmenin Yolları, J. M. Bochenski’nin felsefeye giriş tadındaki kitabı. Henüz bu kitabı okurken bile insanda sorgulama, merak belirtileri oluşuyor. Her şeyi olduğu gibi kabul etmektense sorgulamak gerektiği seziliyor. Felsefe ile hiç alakası olmayanların bile okuyup ufkunu genişletmesi açısından iyi bir kitap. Kesinlikle okunmalı.

Arka kapak yazısı: Yasa, Bilgi, Doğruluk, Değer, İnsan, Varlık, Toplum, Mutlak... Bu başlıklar felsefe dediğimiz düşünsel uğraşın en temel sorunları. Bochenski'nin Felsefece Düşünmenin Yolları adlı kitabı işte bu temel sorunları ve bu sorunların tarih boyunca nasıl işlendiğini karşıt görüşleri yan yana getirerek tanıtıyor bize. Felsefece Düşünmenin Yolları bir çırpıda okunabilecek bir kitap olmasına karşın okuyucuya uzun ve zahmetli bir yolun, felsefenin kapılarını açıyor; yalnızca kimi görüşlerine değinerek tanıttığı filozofların yapıtlarına, dünyalarına yönlendiriyor onu, böylece okumasını, daha da önemlisi düşünmesini, okuyarak düşünmesini, düşünerek okumasını istiyor ondan.



İYİ OKUMALAR