
Ufak alıntılar: "Delgadina, ruhum benim." diye
yalvardım O'na, özlemle. "Delgadina". Kız sıkıntılı bir homurtuyla
bacaklarımdan kurtuldu, bana sırtını dönerek kabuğunun içindeki bir salyangoz
gibi kıvrıldı. İçine kediotu katılmış o içecek benim için de, onun için de pek
etkili olsa gerekti, çünkü hiçbir şey olmadı, ne O'na, ne de bana. Ama umrumda
değildi. Onu uyandırmanın ne yararı var ki diye sordum kendi kendime, böylesine
aşağılanmış ve hüzünlü, bir kefal gibi soğuk hissederken kendimi.
"Doksanıncı yaşımda, kendime bakire bir yeniyetmeyle çılgınca
bir aşk gecesi armağan etmek istedim. Aklıma Rosa Cabarcas geldi, hani şu gizli
genelevinde eline bir yenilik geçtiğinde hatırlı müşterilerine haber veren kadın.
Daha önce öyle şeylere ya da onun baştan çıkarıcı müstehcen önerilerinin
hiçbirine asla kapılmamıştım ama benim ilke sahibi biri olduğuma hiç inanmazdı
o. Ahlâk da bir zaman sorunudur, derdi, yüzünde hınzır bir gülümsemeyle,
görürsün bak. Benden biraz daha gençti, ama ondan o kadar uzun yıllardan beri
haber almamıştım ki, pekâlâ ölmüş olabilirdi. Oysa telefonu açar açmaz sesini
hemen tanıdım ve lâfı döndürüp dolaştırmadan kafamdakini söyleyiverdim: “Bugün
olur.” Kadın içini çekti: “Ah, benim zavallı akıllım, yirmi yıl ortadan
kayboluyorsun, sonra da sırf benden imkânsızı istemek için dönüp geliyorsun,”
dedi. Hemen arkasından da toparlanıp sanatının ehli olduğunu göstererek,
birbirinden nefis yarım düzine seçenek sundu bana, ama inkâr edecek değildi ya,
hepsi da kullanılmıştı. “Olmaz, diye ısrar ettim, kızoğlankız olmalıydı, hem de
hemen o gece için. Telâşlanarak sordu: ‘‘Denemek istediğin nedir?“ “Hiç,” diye
karşılık verdim, beni en çok üzen şeye hayıflanarak, neyi yapabileceğimi. Neyi
yapamayacağımı çok iyi biliyordum. Kadın hiç oralı olmayarak, bilgiçlerin her
şeyi bildiklerini sandıklarını, ama aslında her şeyi bilmediklerini söyledi: “Ortalıkta
kalan tek bakireler. Siz ağustos doğumlu Başak burçlularsınız.” dedi. “Neden
bunu benden daha vakitlice istemedin?” “İlham perisi geleceğini önceden haber
vermiyor ki,” dedim “Ama dur bekle bakalım.” dedi kadın, her zamanki gibi
herhangi bir erkekten daha bilgiç edasıyla, piyasayı şöyle adamakıllı bir
yoklayabilmek için hiç değilse iki gün beklememi istedi. Ben de ona, büyük bir
ciddiyetle. Böyle bir işte ve benim yaşımda her saatin bir yıla bedel olduğunu
söyledim. “Öyleyse olmaz.” dedi kadın, en küçük bir kuşkuya kapılmadan, ‘ ama
ziyanı yok, böylesi daha heyecanlı, anasını satayım, ben seni bir saate kadar
ararım.’ Söylememe gerek yok, çünkü fersahlarca uzaktan, fark edilen biriyim:
Çirkinim, çekingenim, çağdışıyım. Böyle olmak istemediğim için tam tersiymişim
gibi davranmışımdır hep. Aslında nasıl olduğumu, sırf vicdanımı rahatlatmak
için de olsa, kendi özgür irademle anlatmaya karar verdiğim bugüne kadar da hep
öyle olmuştur Rosa Cabarcas’a açtığım o beklenmedik telefonla başladım
anlatmaya, çünkü bugün geriye dönüp baktığımda, ölümlülerin çoğunun ölüp
gittikleri bir yaşta yeni bir hayatın başlangıcıydı o telefon. San Nicolas
Parkı’nın güneş alan kaldırımında sömürgecilik döneminden kalma bir evde
oturuyorum. Hayatımın her gününü kadınsız ve parasız olarak bu evde geçirdim,
annemle babam da burada yaşayıp öldüler, yine bu evde, içinde doğduğum aynı
yatakta, uzak ve acısız olmasını dilediğim bir gün, tek başıma ölmeye
niyetliydim. Babam bu evi XIX. yüzyılın sonlarında bir açıkartırmada satın
almış, alt katını bir İtalyan şirketine lüks dükkânlar yapması için kiraya vermiş,
bu ikinci katını da o İtalyanlardan birinin kızı olan Florina de Dios
Cargamantos’la, yani annemle mutlu bir yaşam sürmek üzere kendine ayırmış.
Dikkat çekici bir Mozart yorumcusu, pek çok dil bilen, Garibaldi hayranı,
şehirde o güne kadar görülmedik güzellikte ve yetenekte bir kızmış annem. Evin
içi, mermer taklidi sütunları. Floransa işi kare kare döşeme taşlarıyla geniş
ve ferahtır, dört camlı kapının açıldığı ince uzun balkonunda annem mart
gecelerinde İtalyan kuzinleriyle birlikte oturup aşk aryaları söylermiş. Oradan
bakıldığında San Nicolas Parkı’yla katedral ve Kristof Kolomb heykeli görünür,
daha ötede de ırmak üzerindeki iskelenin ambarları ve yirmi fersah uzaklıktaki
Büyük Magdalena Irmağı’nın engin ufku. Evin hoş olmayan tek yanı, güneşin gün
boyunca pencereden pencereye dolaşmasıdır, içerinin yakıcı loşluğunda öğle
uykusu uyuyabilmek…”
“Hoşa gitmeyecek hiçbir şey yapmamalısın, diye yaşlı Eguçi’yı
uyarmıştı handaki kadın. Parmağını uyuyan kadının ağzına sokmamalı ya da ona
benzer bir şeye kalkışmamalıydı.”
İYİ OKUMALAR